Mood Player

18 Mart 2015 Çarşamba

Akşama Mortal Kombat Varmış!


Ve ilk yazımla huzurlarınızdayım. Bak oradan John Steinbeck falan alkış tutuyor bana. Yusuf Atılgan ağabey yürü koçum bilmem ne falan diyor. Ne gerek var yahu? Çok güzelmiş. Gerçeklere dönüp sizi kendi zaman makineme bindirip ilk yolculuğa çıkartmak istiyorum artık. Şöyle buğulu, puslu ama bir o kadar da samimi ve muhteşem zamanlara doğru 'taytay' yapalım değil mi?

90'lar çocukları devletin onlara kütürdettikleri yüzünden çoğu zaman bahtsız sayılsalar da aslında pek çok önemli tecrübeler edinmiş bir kuşaktır. Bunu yadsıyan bir insanın pek de doğru düşünmediği kanaatindeyim şahsen. Hatta buna karşı çıkanlara şu hatırlatmayı da yapabilirsiniz; 90'lardan 2000'li yıllara ve günümüze geçiş ne kadar hızlı oldu değil mi? Sanki 30-35 senede anca kat edilip, hazmedilebilecek bir zaman, çok daha kısa bir süreye sıkıştırılıp bize tasmayı geçirmiş gibi oldu adeta. Gerçekten bunu inkar etmek çok mantıksız olur zaten. En basit örneği olarak babanızın GH388'i, cebinize koyduğunuzda o donunuzu aşağı çekerken belki de şu an aynı babanız bir ayfon kaydırıyor elinde. Bu kısmı bir kenara bırakıyorum. Isındık mı biraz? Hala bön bön bakan gidebilir. Kapı şu taraftan 2015'e açılıyor...

Televizyon bizim kuşağımız yani 90'lar için çok önemli bir araçtı elbette ki. Hayal gücümüzün gelişmesine oldukça katkı sağlamıştır. Çünkü o zamanlar bu kadar kalitesiz, bu kadar bayağı yayınlar yoktu. Konsolları da unutmamak lazım. Zira konumuzla doğrudan bağlantılı bir durum söz konusu. Amigaları, Segaları, Atarileri unutmak ne mümkün? Aile eşrafını kilit eden sihirli kutulardı onlar. Çoğu kişiye de ilk elektronik tecrübelerini yaşatmıştır belki de. En basitinden bi kasete üfleyip çalıştırmaya uğraşmışsınızdır. Tabi bu söylediklerim zamanında bu gavur icatlarından nasiplenen zat-ı muhteremler için geçerli.

Atari salonlarının ve Amiganın (daha sonrasında Windows95'in) bize en büyük miraslarından biridir Mortal Kombat. Peki nedir bu Mortal Kombat? Yenir mi bu? Midway firmasının insanlığa olan bu efsanevi hediyesine sonraki yazılarımda uzun uzun değinip, merak ettiğiniz hemen her şeyi cevaplandırmaya çalışacağım zaten. O yüzden çok kabataslak bir açıklama yapalım; dövüş oyunudur Mortal Kombat isminden de anlaşılacağı gibi. Bizim milletimize özgü olduğunu zannettiğim fakat yaş aldıkça tüm dünya ile ilintili olduğunu kavradığım, dövüş stillerinin sanal ortamda milleti birbirine kırdırma amacıyla yapılmış bir başyapıt. Öyle satış rakamlarına, öyle hayran kitlelerine ulaşmıştır ki New Line Cinema tarafından filmi yapılmıştır en sonunda. Birinci filmin getirdiği gişeden ötürü ikinci filmi yapmış olsalar da, ı ıh. Zıttırıktır o baya bir. Bir kere Raiden'ı, Christopher Lambert reis oynamıyor. Nasıl ilkinin başarısını bekleyebilirsiniz ulan? Neyse. Dağılmayalım.

CHOOSE YOUR DESTINY

Kitleleri peşinden koşturan bu oyunun kendi içerisinde "ladder" diye tabir ettiğimiz kısımları vardır. En kolaydan en zora doğru gider. Saatlerce başından kalkılmaz. Herhangi bir ladder a girilmeden önceki ekranda da, Shao Kahn'nın "Choose Your Destiny" sesiyle bir güzel irkiliriz.

Gerek mahalle abilerimizin, gerekse kendi merakımızın perçinlediği bu dövüş oyununun bünyeye yan etkileri çoğu çocukta göze ilişmiştir o zamanlar. Birbirlerine girişmeler, kahraman taklitleri, vesaire bir yığın şeyler. Fakat en inanılmaz durum, bunun bir filme dönüşmesi olacaktı tabii ki. Asla hayal edemediğimiz ve asla beklemediğimiz bir olaydı bu çünkü. Düşünsenize o zamanlar için sadece sanal bir ortamdan, çizgi filmden (her ne kadar insan gibi gözükseler de), bitlerden oluşan o kahramanların ete kemiğe bürünmüş canlı canlı halleri...İnsan nasıl mest olmasın arkadaş? Düşüncesi bile yetiyor yeminle.

İlk filmin çıkış yılı 1995. Yurdumuza rötarlı geldi biraz pek tabi ve bize ataride dayatılan kahramanları gördük ilk filmde. Kısaca özet geçelim kimmiş bu kahramanlar, tanışalım:

Raiden: Elder Gods ile konuşabilen Earthrealm'in tek koruyucusu, şimşek tanrısı, Shao Kahn'ın üvey ağabeyi, karizmatik mi karizmatik herkesin önünü iliklediği ağabeyimiz.

Liu Kang: Shaolin gillerden, köklerinden kopup hayallerinin peşinden Amerikalara giden ama yokluğunda Shang Tsung tarafından kardeşi öldürülen, intikam ateşiyle yanıp tutuşan, gıcık mı gıcık sesli, Yusuf Karate Salonu'ndan çıkmayan esas oğlan

Johnny Cage: Dövüş sanatları ustası olmasına rağmen aktörlük meziyetinden ötürü kimsenin yeteneklerini ciddiye almadığı, gözlükle gezmesini çok seven yakışıklı ve esprili tiki çocuk

Sonya Blade: Outer World Investigation Agency adlı kuruluş adına çalışan, son derece seksi, bir o kadar da kendi at kuyruğunun dikine giden, delikanlı, özel ajan olan ablamız

Shang Tsung: Netherrealm diye tabir edilen dış dünyanın ikinci en güçlü dövüşçüsü, pislik bir büyücü olmasının yanı sıra aynı zamanda Shao Kahn'nın komutanı, öldürdüğü her savaşçının ruhunu çalan heavy metal saçlı zalım

Goro: 4 koluyla ilk gördüğümüzde bizi dehşet içinde bırakan, filmde gördüğümüzde daha da bi aklımızı kaybedip tavana vurmamızı sağlayan, Shao Kahn'ın prensi, günde 14 öğün yemek yiyen yaratık

Kano: Black Dragon klanına mensup, silah baronu, bionik gözlü bir cyborg olsa da filmde insan halinde gördüğümüz, Erol Taş gibi but yiyerek badass tripleri atan sakallı sefil

Scorpion: Quan-Chi tarafından diriltilmiş, hayatını Sub-Zero'dan intikam almak üzerine kurmuş, Ed Boon'un yaratıcısı olduğu benim de en sevdiğim ikinci Mortal Kombat karakteri olan bıçkın ninjadır, mekanı cehennemdir

Sub-Zero: Lin-Kuei klanının en önemli ismidir kendisi, sıcakla hiç arası yoktur, etrafındaki her şeyi buza çevirebilme yeteneğine sahip aslında pek de cool gözüken bir ninjadır, Scorpion'ın anasını, bacısını ve bilimum merhabalaştığı herkesi katletmiştir

Kitana: Netherrealm'in prenesesi, Shao Kahn'ın üvey kızıdır, film boyunca Liu Kang'e iş atar durur, ayrıca kendisi gerçekte 10bin yaşındadır he bir de Syndel'in biricik kızıdır kendisi

Reptile: Onun davası bambaşkadır aslında o yüzden o konuya girmiyorum, Shao Kahn'ın sadık hizmetkarlarındandır, filmde bir stalker görevi izler ama aslında hikayesi çok daha değişiktir, ninjadır ve humanoiddir.

Kısaca belki izlersiniz diye size karakterleri özet geçtikten sonra devam edeyim. Ne demiştik? Bizim kuşağın gençleri ve çocukları için bunun film olması apayrı bir olay idi. Star TV'nin mavi logolu olduğu 1997 yılının bir günü fragmanını gündüz tv'de görüp kafaları yemiştim tabiri caizse. Bütün arkadaşlarıma haber uçurup, mahallede bunun bir numaralı gündem haline gelmesini sağlamıştım. O logoyu bir hatırlayalım mı ya? Çok canım çekti...


Hey gidi...

Tabi şimdi akşamı beklemek vardı bir de. Herkes akşam yapacağı planı konuşuyordu. Kimi onu yiyip bunu yiyip izleyeceğini, kimisi kuzenini çağırdığını, kimisi babası izlemeyecek diye kendini bir başkasının evine yamamaya çalıştığı o samimiyet dolu, güzel planları...

YOUR SOUL IS MINE

Saat geldi çattı. Hiç unutmuyorum mavi Doritos almıştım bakkaldan. En sevdiğim doritostu o benim. "Mavi doritos ne lan?" diyen davarlar olabilir. Olmasın. Mavi paketli Doritos yani. Son derece güzel bir tadı vardı, pek severdim. Artık üretmiyor namussuzlar. Olsun. Boyunları altında kalsın. Her şey kötüye gidiyor zaten. Neyse devam edelim.

Filmin giriş ekranını ve müziğini duyduğum anda 37 ekran televizyonuma uçan tekme atmamak için kendimi nasıl zor tuttum Allah biliyor. Gazete kuponuyla almıştık onu biz. Ah o ilk sahne...

Müzik tam da burada başlardı...

Dahası için gaza gelen arkadaşar varsa şayet. Şunu şuraya bırakıyor, öyle devam ediyorum:

https://www.youtube.com/watch?v=wV4cSW8ARxw&list=PL_8EVhYZy3EV40-260FO2smGgEkh92afM

Nasıl geçtiğini anlamadığım film süresi boyunca oradan oraya zıpladığım muhteşem güzeliktel bir akşam geçirmiştim televizyon karşısında. Bizim kuşak filmleri genelde böyle filmlerdi ama bu biraz daha farklıydı tabi. Spoiler olmasıın diye olası izleyicileri düşünerekten filmle ilgili herhangi bir bilgi vermek istemiyorum. Belki yeniden izlemek isteyenlere bir itici unsur olmuş olabilirim ama. Ehe.

Sonuç olarak filmin ertesi günü bir süre devam edecek olan etkisi kaldı üzerimizde. Çok da memnunduk hani bu etkilerden dolayı. Günümüz 2015'i olmasına rağmen hala ara ara bakındığım, oyunlarının hepsini bir bir oynadığım, en kral nostaljilerden biridir benim hayatımdaki.

Yeni bir yazıda görüşene kadar, size şu güzel hayvancağızı bırakıyorum.

Haydi hoşçakalın!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder